

Herkese selamlar;
Aslında bu hafta anka kuşu gibi dirilen X-Men hakkında bir yazı yazmıştık onu da blog sayfamızda bulabilirsiniz ama çok sevdiğimiz bu hikaye hakkında bir şeyler yazma isteği doğunca durduramadık. Lafı fazla uzatmadan çizgi roman tarihinin en güzel öykülerinden birine yolculuk yapalım.
Bu yazıyı yazarken arkaya Spy From Cairo’dan Nafas ve Ramadan Dub şarkılarını ekledim ki, yolculukların en güzeli müzikle olanlardır aslında. Gel gör ki, herhangi bir öykünün içinde kaybolmak için aslında sadece istemek de yeterlidir çoğu zaman. Ve öykü Gaiman gibi bir ustanın elinden çıkıyorsa işte o zaman her şey bambaşka olur. Sandman #50, yani Ramazan özel sayısı 1993 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kuzey Irak’ın güneyini füzelerle vurduktan bir kaç hafta sonra yayınlandı. Pro-Islamik ve politik doğruculuk eleştirileri almış olsa da, çizgi roman tarihinde yazılmış ve çizilmiş en güzel öykülerden biridir Harun-El Reşid ve Morpheus’un pazarlığı.
Kralların kralı, Babil kulesinin sahibi, İslam’ın halifesi, Hareminde dünyanın her köşesinden güzeller olan, Dünyanın en güzel şehri Babil’in efendisi Harun-El Reşid sarayının bahçesinden şehrini izlediğinde korkar. Hem de çok korkar. Kralların önünde diz çöktüğü, iblislerin, şeytanların ve diğer tüm yaratıkların karşısında titrediği Sultan’ı ne kadınlar, ne savaşlar ne altın ne de büyü iyi eder. Çünkü Harun El-Reşid kaybetmekten ve unutulmaktan korkmaktadır. Canını kaybetmek değildir Halife’nin korkusu, şehrinin unutulması tıpkı kendisinden önceki şehirler gibi kaybolmasıdır Babil’in. Asma bahçelerinin yeşillenmemesi, 1001 hikayenin nargile dumanında anlatılmayacak olması, havuzlarının kuruması ve hayvanlarının telef olması. Öykünün ana konusu budur aslında bir Ramazan günü güneşin doğumundan batımına en güçlü insanların bile en derinlerdeki korkularının nelere yol açtığı.
İnsanoğlunun belki de en savunmasız olduğu duygudur kaybetme korkusu ve unutulmak. Kabuslarımız genelde canımızı ya da cananımızı kaybetmekle uyandırır bizi ter içinde. Ya da alıştığımız şeylerden bilmediğimiz derinliklere gideceğimiz için değiştiremeyiz kendimizi. Rüya gibi bir güzelliğin içindeki sızıları görmeyiz o rüyayı kaybetmemek için, velhasıl rüyadır aslında gördüğümüz. Unutulmaktan korkarsınız ki aslında zaten unutulmuştur her şey. Mutsuzken bile devam ederiz. Bazen acıyı bile severiz ki, çünkü acıyı bırakırsak her şey kaybolacaktır.
Sandman #50 korkunun gücünü hatırlatır ve kaybetme korkusunun, unutulacak olmanın ölümden de beter olduğunu. Harun El-Reşid’in gerçek iblisleri de vardır etrafında ama onu uykusuz bırakan, yatağının sıcaklığından alı koyan içindeki iblisleridir. Kendi büyüttüğü, onu o yapan ve krallarda, padişahlarda, sokaktaki dilencide, hepimizde olan.
Korkusuna üstün gelmek isteyen Harun-El Reşid, onunla bir pazarlık yapmak için Rüya diyarının efendisini çağırır. Geri göndermeyeceğiniz şeyi çağırmak pek de akılcı değildir aslında. Hele onunla pazarlık yapmak… Nitekim Morpheus şeytan ya da Tanrı değildir. Pazarlıklarını ben size anlatmayayım, benden çok daha iyi bir öykü anlatıcısı olan Gaiman’dan okuyun.
Sandman 50 benim için en iyi 3 öyküden biridir, çizgi romandır demiyorum. Ateş başında ya da bir babanın oğluna anlattığı bir hikaye olarak dinlesem de aynı şeyi hissederdim. Bir çizgi romandan çok daha fazlasıdır. Sadece Gaiman’ın öykü anlatıcılığından değil, Craig Russell’ın (75 sayıda sadece bu sayıyı çizdi) 1001 gece masallarına mutlaka eklenmesi gereken görsel başarısından.


Çizgi romanı okurken siz de Babil’in pazar yerinde üzümlerden tadar, uçan halıyla seyahat edersiniz. Ve hikaye hiç alışık olmadığınız şekilde bittiğinde, yaşlı adama bir kaç kuruş daha vermek istersiniz ki, sayfalar bitmesin.
Sandman 50’yi mutlaka okuyun. Bu coğrafyada olduğumuz için değil, çok iyi bir öyküyü kaçırmamak için.